Çok Yönlü Rezalet
Nobel Edebiyat Ödülü bu sene bir şaire verilerek çok yönlü rezalete imza atılmıştır.
Rezaletin birinci yönünde doğal olarak bir şairin, Nobel gibi bir mekanizmayı neoliberalizme hizmet etmesi için çalıştıranlar tarafından ödüllendirilmesi vardır.
Şair, elbette nitelikten taviz vermeyen, sözümonalığın olabildiğince uzağında duran şair, cendereyi elinin tersiyle ittiği için şiire gönül düşürmüştür. Oysa ödül, şairi cendereye tutsak etmek için vardır.
Aynı zamanda ödül, şairin şiirinin önüne geçmesini kolaylaştırmak için verilir. Oysa şair, elbette, yukarıda özellikleri vurgulanan şair, şiirini gölgede bıraktığında kendisinin yok hükmünde olacağını bildiği için, ödül fikrini aklının ucundan bile geçirmez.
Ödülün şaire, Sade güzellikle bireysel varoluşu evrensel kılan kusursuz şiirsel sesi dolayısıyla verilmesi rezaletin ikinci yönünü gözler önüne sermektedir ve bu yönün de bir boyutu yoktur. Şairin sadeliği önemsemesi beklenir ama sadelik, yanına güzelliği aldığında hatlar ister istemez karışır çünkü güzellik sadeliğin yanına gelerek onu bulanıklaştırır. Kaldı ki şair, eline kalemini güzel, çirkin gibi öznel vurgulara itibar etmek için almaz.
Bireysel varoluşu evrensel kılmak diğer bir sorunlu ifadedir. Zira bireysel varoluşunu gerçekleştiren evrensel değil, enternasyonal bir çizgide ilerleyeceğinin bilincindedir.
Evrensel; global, küresel gibi kapitalizmin ve onun üst aşamasındaki neoliberalizmin rahminden düşen terimlerdir. Oysa enternasyonal perspektif, kapitalizm ve neoliberalizme karşı durmak için varlığını kabul ettirmiştir. Ödül komitesi, enternasyonal perspektif tabirini bilerek tercih etmemiş ve şairin şiiriyle neoliberalizmin nesnesi hâline gelmesini kolaylaştırmıştır.
Kusur, şiir özelinde edebiyatın olmazsa olmazıyken bir şairi kusursuz şiirsel sesiyle selamlamak onu aşağılamakla eş anlamlıdır.
Ödüle layık görülen Louise Glück’ün, santimantal reflekse hitap eden bir şair olarak; Sylvia Plath, Anne Sexton, Emily Dickinson gibi hemcinslerinin gölgesinde kalan bir şair olmasına rağmen Türkiye’de benimsenmesinde, ödül almasının yanında, neoliberalizm kadar konformizme de sıcak bakmasının katkısı büyüktür.
Diğer isimleri onunla birlikte anan edebiyatçı, Can Yücel’in vurgusuyla sanat sevicisi olduğunu belgelemiştir. Zira diğer isimler, şiirin uyumsuzluğu beslediğinin ve uyumsuzlukla beslendiğinin altını sadece teoride değil, pratikte de çizmişlerdir ama sanat seviciliği bu özelliğin görülmesini engellemiştir.
Sanat sevicisinin, Jean- Paul Sartre’ın Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddetmesinden iştahla söz ederken, bu sene bir şaire ödül verilmesini diline dolaması, ödül alan edebiyatçı ve sanatçıya toz kondurmaması; kültür, sanat, edebiyat gibi, insanı insan kılan varoluş hâllerine ne kadar samimi yaklaştığını da berrak bir şekilde göstermektedir.
Gülten Akın gibi, şiiri, hayata karşı çıkış aracı olarak konumlandıran bir şaire ve onun izini sürdüğü onun gibi enternasyonal duyarlılığa seslenen; Yaşar Nezihe, Zübeyde Fıtnat Hanım, Mihri Hatun gibi kıymetlilere hak ettikleri ilgiyi göstermeyerek Louis Glück’ü yere göğe koyamayanlar, Şerif Mardin’in vurgusuyla Aşırıbatılılaşmacı Memur-aydın olmaktan kurtulamadıklarını anlatmak istemektedirler.
Bu tavırlarıyla edebiyat ve sanata zarar vereceklerini bilmek, lüks değil, zorunluluktur.