KOZAHAN’DAN DÖNÜŞ
Osman cebinde sakladığı üç Koza tanesi ile Dedesinin peşinden kapalı çarşının tarih ve baharat kokulu dükkânlarının arasından ilerlerken bir yandan dedesinin kendisine alacağı oyuncağı düşlüyor bir yandan da cebinde taşıdığı ve hayatını kurtardığı ipek kozalarını nerede, nasıl saklayacağını planlıyordu.
Bir oyuncakçı dükkânından dedesi seslendi Osman’a ‘ne istersin oğlum seç beğen’ dedi. Osman mahcup ve düşünceli bakışlarla oyuncaklara yöneldi, kırmızı bir kamyon gördü, işlemeli plastik bir kamyondu gözüne kestirdiği. Eliyle gösterdi kamyonu. Dedesi oyuncakçı ile kısa bir pazarlık sonunda aldı kamyonu, Osman’a uzattı. ‘Paket yapma istemez’ deyip uzaklaştılar.
Osman aldığı oyuncağı koltuğuna sıkıştırdığında bile aklı hala cebine sakladığı kozalardaydı. Dönüş yolunda hiç konuşmadı Osman. Köye vardıklarında doğruca odaya çıktı, boş bir çekmeceye koydu kozaları. Kelebek çıkana kadar saklayacak kozaları ve üç kelebeğin gökyüzüne kavuştuğunu görecekti.
Her gün en az on kez kontrol ettiği kozalardan birinin içinde bir hareketlilik olduğu gördü. Hah dedi geliyor kelebek, sevinçle izlemeye başladı. Saatler geçmesine rağmen hala kelebek çıkmamıştı kozasını delip. Aklına bir fikir geldi. Koştu alt katta ki mutfağa keskin bir bıçak aldı eline. Aklı sıra kozayı dikkatlice delip kelebeğin çıkması için bir yol açacaktı. Kozanın tam ortasından keskin bıçağın ucuyla bir delik açmaya başladı. Muvaffak oldu. Açılan deliği biraz daha genişletip kelebeğin içinden çıkmasını sağladı. Ama kötü bir sürpriz bekliyordu Osman’ı…
Kelebek, bembeyaz bir kelebek, gelinlik giymişcesine güzel olan kelebekte bir terslik vardı. Kelebek ıslak, kanatları ve ayakları gövdesine yapışık şekilde geldi Osman’ın avuçlarına…
Ne yapsa Osman değiştirmedi kelebeğin o zayıf, kırılgan halini… Fazla yaşamadı beyaz kelebek…
Nedenini anlamamıştı ama artık hissettiği sadece hüzün ve kızgınlıktı Osman’ın. Kurtaracağını düşündüğü kelebek ölmüştü ellerinde…
Kestiği kozayı ve kelebeği alıp koşturdu avluya, evlerinin arkasında ki, babaannesinin soğan marul diktiği bahçeye gömdü gizlice. Gizlice diktiğine emindi Osman ama dedesi görmüştü Osman’ı.
‘ Ne gömdün toprağa Osman’ diye torununa sıcacık sesiyle seslendi. Dedesinin kalın kaşlarının siper olduğu yeşil gözlerine bakıp, son bir gayretle ‘Hiççç’ demek istedi ama nafile, dili hiç demek istese de boncuk gözleri ele vermişti Osman’ı… Siyah gözlerinden süzülen yaşlarını dayamıştı Osman dedesinin karnına, sımsıkı sarılarak. Bir yandan ağlıyor bir yandan kelebeğin ölümüne sebep olan davranışlarını anlatmaya çalışıyordu dedesine. Dedesi Osman’ı koltuk altından kavradı, usulca kaldırıp gözlerinin içine bakıp ‘ağlama oğlum olacağa çare yok’ deyip diğer kozaları getirmesini söyledi. Osman ıslak bakışlarını alıp koşarak odasından kalan iki kozayı alıp dedesine getirdi. ‘Osman bu kozaların vakti saati var, her canlı gibi. Nasıl vaktinden önce çiçek açmaz, koyun yavrulamaz, güneş doğmazsa, bu kozaların içinden kelebek çıkmaz, vakti değilse eğer’ diyerek kozaları bahçede ki dut ağacının dalları arasında bir yere bıraktı. Osman artık ağlamıyor tıpkı vakti gelmiş bir çiçek gibi dedesinin o sekiz odalı kerpiç evinden büyüyüp okullarını bitirip hayata atılacağı saati kozalardan çıkacak kelebekleri beklediği gibi bekleyeceğini biliyordu.
Biliyordu Osman hep çiçek gibi sevgi dolu bir ailesi olduğunu…