Nail Abbas Sayar
“Toplumcu-Gerçekçi” söylemi daha çok içeriden eleştirdiği için, bu söylemi benimseyen edebiyatçıların şimşeklerini üzerine çeken Kemal Tahir’in, ilk baskısı 1967 yılında yapılan Bozkırdaki Çekirdek isimli romanı, özellikle Köy Enstitüsü çıkışlı edebiyatçılar arasında kızılca kıyametin kopmasına neden olmuştur çünkü sözü edilen romanı okuyanlar sadece Köy Enstitüleri’ne getirilen olumsuz eleştirilere sabitlenmişlerdir. Oysa Kemal Tahir, romanında, sözü edilen kurumlara, iğnelerini ve çuvaldızlarını, yerel duyarlılığın esaretinde ilerlediklerini, yerli olamadıklarını düşündüğü için batırırken, inşa süreçlerini hayırhah bir gayretin ürünü olarak gördüğünü de inkâra yeltenmemiştir.
Köy Enstitüsü çıkışlı imzaların eserlerine, yüzeyde ilerlemeden bakıldığında Kemal Tahir’in ne kadar isabetli bir değerlendirmeye imza attığı anlaşılacaktır.
Bu kurumlarda tahsil gören Fakir Baykurt ve Osman Şahin dışındaki yazarların eserleri, Türkiye’de 1940’lı yıllardan itibaren yaygınlaştırılan Halka Doğru hareketinin kurgusal uzantıları olarak, yereli, yereldeki pastoral ortamı, yaşanan sorunların derinine inmeden anlatan çalışmalar olmaktan öteye gidememiştir.
Baykurt’u ve Şahin’i diğerlerinden; konularını sınırlandırmamaları, sığlığa teslim olmamaları, sorunların kaynağına inmeleri, yerel değil, yerli bir kültürün izini sürmeleri, oryantalizmin çanına ot tıkamaları, Köy Enstitüleri’ni inşa eden Cumhuriyet Halk Partisi’ni sert bir dille eleştirebilmeleri gibi özellikleri ayırmaktadır.
Kemal Tahir, bu kurumları, büyük resme ve mekanizma çarpıklığına odaklanarak eleştirdiği, Baykurt ve Şahin de nihayetinde Köy Enstitüsü çıkışlı edebiyatçılar oldukları için istisnaların es geçilmesi, eserlerinde analitik perspektif kadar genellemeye de sımsıkı sarılan bir yazar söz konusu olunca doğaldır ve buradan kişisel husumet çıkarmak, neşter isteyen edebiyat tarihi şöyle dursun ancak, edebiyatın ilk harfinde pinekleyen işgüzar heyetinin aklına gelebilir.
Bozkırdaki Çekirdek etrafında başlayan ve başlar başlamaz, bu topraklarda her daim olduğu gibi, nitelik düzeyi yüksek tartışmada derin bir soluk almadan varlığını ziyadesiyle hissettiren hırgür, köyü, “gitmese de, görmese de, orada, uzakta” olduğunu bildiği bir idari birim olarak tanımlamadığı için anlatırken yaşatan Nail Abbas Sayar’ı ilgilendirmemiştir.
Bulanık suda balık avlama heveslisi edebiyat tarihinin ve edebiyat tarihinin yapışık ikizi olarak, bir elin parmağını geçmeyen iyi niyetlinin gayreti dışında, bugünlere at gözlüğünden ve koltuk değneğinden kurtulamadan gelen edebiyat eleştirisinin Köy Romancısı olarak tanıtıp güya ötekileştirdiği Sayar, kendi toprağını bereketlendirme derdindeki bir edebiyatçı olduğu için kuru gürültüye pabuç bırakmamıştır.
Köye odaklansa da köy hayatının portresini ne Köy Enstitüsü çıkışlı edebiyatçılar, ne de Kemal Tahir gibi çizen, Sadri Ertem’i Bekir Sıtkı Kunt’a bağlayan hatta daha yakın durmakla birlikte Cengiz Aytmatov’un üslubunun etkisinde olduğu da vurgulanabilecek olan Sayar, edebiyat merdiveninin basamaklarını şiir yazarak ve yayımlayarak çıksa ve 1976 yılında yayımladığı Yorgnımı Sıkı Sar ile hikâyeye de göz kırpsa da daha çok romanlarıyla kendisini kabul ettirmiştir.
Yayımlanan altı romanından ancak ikisi televizyona uyarlanan Sayar’ın ekran seyahatine çıkarılan ilk eseri Yılkı Atı’dır.
Romana adını veren atın başından geçenleri anlatan eser, iki kez uyarlanmıştır.
1974’te çekilen ilk uyarlamanın yönetmenliğini Ünal Küpeli, üstlenmiştir.
Senaryosunu, 2004 yılından beri kamera arkasına geçmeyen Hüseyin Karakaş’ın kaleme aldığı uyarlamanın ikinci versiyonu, otuz dokuz sene sonra TRT Çocuk için animasyon çizgi film formatında izleyiciyle buluşturulmuştur.*
Türkiye’yi Hollywood’ta temsil eden özel efekt yönetmeni Serkan Zelzele’nin yönettiği bu uyarlamanın senaryosunu; kültür, sanat ve edebiyat dergisi Temrin’in yayın yönetmenliğini sürdüren Uğur Uzunok yazmıştır.
Yaz mevsiminde sadece yük taşımak için kullanılan, karakış bastırdığında tabiata teslim edilen atların yaşadığı sorunları, bu konumdaki atlardan birini odağına alarak anlatan, anlatırken, sahipleri tarafından aynı muameleye maruz bırakılan eşekleri de unutmayan, sadece hayvanlar âlemini gözlemlemeyen, insanlar ve hayvanlar arasındaki köle-efendi diyalektiğini Hegel’i Anadolu’ya getirerek sorgulayan, kapitalizmin sömürü mekanizmasının sözü edilen diyalektikte uç verdiğini, nesrin her cümlesine sinmiş, sloganı elinin tersiyle iten şiirsel söylemle anlatan bu romandan sonra Sayar’ın Can Şenliği başlıklı romanı yine TRT’ye, yine televizyon dizisi formatında uyarlanmıştır.
Evli ve iki oğlu olan Hüseyin Ağa’nın gelinlerinin istemesi üzerine bir handa yaşamaya başlamasını, buradan sıkılınca, bir bağda bekçilik görevi üstlenmesini ve tek odalı bir bağ evinde kalmasını, bağ sahibinden, kendisine yoldaş olması için bir eşek satın almasını, can şenliği adını verdiği bu eşekle yaşamaya başlayınca, dünyaya adeta yeniden gelmesini anlatan romanı, Magazin Gazetecileri Derneği’nin 10 Şubat 1999 tarihinde düzenlediği ödül töreninde Ahmet Kaya’ya karşı geliştirdiği refleksif tavırları, kamera önündeki ve arkasındaki emekçiliğinden önce hatırlanan Tunca Yönder 1989 yılında uyarlamıştır.
Senaryosunu Ayberk Çölok, aynı zamanda, bu uyarlamada Hem Hasan Dayı’ya hayat veren, hem de uyarlamayı finanse eden, kalemi de oyunculuğu kadar güçlü olan Çetin Öner ile yazmıştır.
Görüntü yönetmenliğini Kenan Davutoğlu, müzik hazırlama işini Sarper Özsan’ın üstlendiği uyarlamada Öner’e; Mehmet Atak, Ejder Akışık ve Gülsen Tuncer gibi isimler eşlik etmişlerdir.
Yönetmenin, seyrek dokunmamış senaryoyu umursamadan çektiğinin anlaşıldığı, oyuncularının gayretiyle aşama kaydeden bu uyarlamanın zeminini hazırlayan romanında, yine hayvanlar âlemine, bu kez bir eşeği, eserinin ana figürü olarak ağırlayarak yolunu düşüren Sayar, köle-efendi diyalektiğini tersyüz etmiştir.
Uyarlanan iki romanından da anlaşılacağı üzere Sayar, özellikleri yukarıda vurgulanan edebiyat tarihinin ve edebiyat eleştirisinin vurduğu Köy Romancısı etiketini hak eden bir yazar değildir. Kaldı ki adına Köy Romancısı denilsin, denilmesin etiketi hak etmek diye bir durumdan söz etmek edebiyatın varlığını hiçe saymayı beraberinde getirir.
Edebiyat, insanı, her özelliğiyle ancak önce insan olduğunu unutmadan anlatan, daha doğrusu anlatması gereken bir alan olduğuna göre, onun bu özelliklerini neyin ya da nelerin; kimin ya da kimlerin hiçe saydığı sorusunun karşılığında kuşkusuz, özellikleri yukarıda sıralanan edebiyat tarihi, edebiyat eleştirisi ve bu iki kavramın içini, bilimsel terbiyeden nasiplenmeden keyiflerine göre dolduran edebiyat tarihçileri ve edebiyat eleştirmenleri vardır.
Sayar, romanları dâhil olmak üzere eserlerini, sözü edilen ikiliyi ve ikilinin perspektif genişliği sorunu yaşayan temsilcilerini rahatsız etmek için de yazmıştır ancak dar görüşlülük, neyin, nasıl ve kim tarafından yazıldığının görülmesini engellemiştir.
İmzasını ikinci uyarlamaya atan Yönder, Sayar’ı, sözü edilen ikilinin temsilcilerinin izinde ilerleyerek konumlandırdığı için izleyici, yapay ve sığ cümlelerle idare eden bir Köy Romancısı’nın, aynı özellikleri bünyesinde barındıran bir eserinin ekran macerasına tanık olmak zorunda kalmıştır.
Sayar’ın eserlerini uyarlamak için kolları sıvayacakların, onu önce, etiketlerden etkilenmeden tanımaları, ardından, onun, sesini, özelde Yozgat, genelde Anadolu bozkırını bereketlendirme derdiyle yükselttiğini öğrenmeleri, kavramaları gerekir.
Aksi halde ortaya çıkaracakları çalışma; Nida Tüfekçi’nin derlediği Yozgat Sürmelilerinin birinde varlığını hissettirerek, üçüncü kulağıyla dinleyene de efil efil esen seher yelinin şiddetiyle savrulan ve nereye düşeceğini bilemeyen bir yaprağın yazgısını paylaşmaktan kurtulamayacaktır.
*Ulaşılan kaynaklarda sadece yönetmenin ve senaryo yazarının adı geçtiği için, kamera arkasında kimin hangi alanda ter döktüğü, kimlerin kamera önünde bir araya geldiği bilgisi paylaşılamamıştır.
Kaynakların bazıları, bu uyarlamayı Ünal Küpeli ile Hüseyin Karakaş’ın yönettiğini vurgulasalar da, çoğunluğu Hüseyin Karakaş’ın sadece senaryoyu yazdığına işaret ettikleri ve bilimsel terbiye gereği, birden fazla kaynağın buluştuğu bilgi göz önünde bulundurulduğu için Karakaş’ın adı yazıda, aynı zamanda yönetmen olarak geçmemiştir.